Hamdi Bey’in teklifi nerede?

Yaşarken yaşarken bir gün hiç olmayacak bir şey oluverir. Nasıl oluyorsa, en çok yara aldığın yeri bulur; tak, bıçağı geçirir. Işin kötüsü farkında değildir, uyku sersemidir. Uykusunda adam yaralayan kişiye yaptığının yanlış olduğunu nasıl anlatırsın?

Denersin, anladığını söyler. Anlamaz ki… belki de sadece geçiştirir. Sonra tekrar uykusu gelir, uyuyalım artık der. O uyur, sen sabaha kadar kendinle hesaplaşırsın.

Nasıl olur da tekrar tekrar aynı salaklığı yapar insan? O’nu diğerlerinden farklı yapan ne ki? Halbuki hepsi gözünü kapadığın anda kabus oluverirler.

Daha da kötüsü, bazen azımsarsın O’nu. Azımsarsın, çünkü vardır. Ama O seni hiç azımsamaz. Yapabileceğin iyilikleri ve de kötülükleri tahmin etmeye bile tenezzül etmez. Sense bir savunma mekanizması hızıyla “ateş olsan cürmün kadar yer yakarsın!” diye defansif oynamaya başlamışsındır bile. Korkudan ödün patlar, sana yapabileceklerini düşünerek bir an onun şerrinden tanrıya bile sığınmak isteyebilirsin. Belli etmeyeceksin ya, yüzünden akan boncuk boncuk terleri yok sayarak cesur yüreği oynamaya kalkarsın.

O, bu arada çok uzaklardadır. Sen, sana baktığını zannedersin ama arkandaki ufuk çizgisine bakmaktadır O. Sen saydam bir maddeye dönüşmüşsündür. Göremediği için yok sayar. Bazen dokunursa veya kokunu alırsa varsındır. Elini çektiği anda zerren kalmaz yeryüzünde. Bir gün tadını kokunu tamamen unutmasından korkarsın. Varlığını tamamen onun üstüne kurguladığından anında kaybolursun. Bu sırada O, sigarasının yarısına gelmiştir. Ve sen ufuk çizgisinde kaybolmuşsundur…