Başla işte bi yerden

Günlük hayatın o sıradan hengamesi içinde insan düşünmeden ne güzel deviriyor günleri. İnsanların söylediğine göre yaşım daha gençmiş. O zaman her günü “Hadi bu günü de devirelim, gerisi Allah kerim” deyip devirmem çok da akıl karı olmasa gerek. Günler uzamasında hemen akşam olsun, uyku vakti gelsin, bir gün daha eksilsin kafası ben de işe yaramayacak ama umut işte. Bir fakirin ekmeği bir de benim.

Aşık olsam daha güzel geçermiş zaman, daha pembe belki. Öyle diyordu geçen konuştuğum abla. Adını da bilmiyorum ki abla dedim ben de. Böyle dediğimi görünce kızmasa bari. Tüm yakınmalarımı eli çenesinde dinledi o gün. Ne adımı sordu ne nereli olduğumu ne de okuyup okumadığımı. Onu ilgilendirmeyen ve beni de pek ilgilendirdiği söylenmeyen ama insanların merak ettiği soruları sormadı. Kaç yaşında olduğum, babamın ne iş yaptığı, büyüyünce ne olmak istediğimle hiç ilgilenmedi. Oysa ilkokuldan beri kendimizi hep böyle tanıtmadık mı? Babamızın ne iş yaptığı, nereli olduğumuz, kaç kardeş olduğumuzla ilgilenmedi mi insanlar? Kimse hangi rengi sevdiğimizi, kendimi nasıl hissettiğimi sormadı. Evde kimse olmadığında elimde uydurma bir mikrofonla şarkı söylediğimi, kitap okumayı çok sevdiğimi, ilerde bir film çekmek istediğimi adına bile kara verdiğimi, onu da en sevdiğim kitabın adına benzediği için seçtiğimi, aslında oyuncak bebeklerden nefret ettiğimi ama sırf annem aldığı için her gece ona sarılarak uyumak zorunda olduğumu, çok kötü biri olduğumu düşündüğüm için her gece gizli gizli ağladığımı kimse bilmiyordu. Etiketler yapıştırmaktan başka bir şey öğretmediler bana. Ben de bahsetmedim kimseye bunlardan. Öğrendiklerini göstermek isteyen çocuklar gibi kendimi bana öğretildiği gibi tanıttım. Sonra da basmakalıp sözlerle anlatmaya çalıştım içimdeki sıkıntıyı. Öyle heyecanlandım ki karşısında konuşurken. Sayısı Türkçe kurallarını zorlayan, imla kurallarını hiçe sayan uzun cümleler kurdum. Öznesini bildiğim ama yüklemini hiç göremediğim cümleler. “Gitmek istiyorum bazen. Yok, hayır, çoğu zaman. Gittiğimi sadece hayal edebildiğimi bile bile inatla içimde büyüyen gitme isteği tuhaf evet. Nereye gideceksin be güzelim? Deyip başka hayaller peşinde koşmaya devam etmek, benim gerçeğim bu. Her hayalin her isteğin sonu bu. Kapana kısılmak gibi klişe olan kelimelerle anlatmaya çalışmak ama özünde sadece ‘yalnızlık’tan ibaret olan koca bir boşluktayım….” Boşlu metaforunu kullanarak, okuduğum onca kitabın izlediğim onca filmin hakkını vermiş olmanın haklı gururu içerisindeyim. Anlattım, anlattım anl…. O  da dinledi beni. Anlatırken beni anlayıp anlamadığını hiç merak etmedim. O kadar güzel dinliyordu ve ben kendimi anlatmayı o kadar uzun zamandır bekliyordum ki durmadan anlattım. Bütün kelimelerim o masanın üzerine dökülüyor ve masa tarafın yutuluyordu sanki. Ve ben sanki konuşmaya yeni başlamış gibi durmadan anlatıyordum. Aradan ne kadar zaman geçti ben ne kadar konuştum ne anlattım neyi anlatmaktan son anda vazgeçtim bilmiyorum. Bütün kelimeleri tüketip geriye koca bir hiç kalana kadar anlattıktan sonra garsonun masaya oturduğumda getirdiği ve soğuyup iyice acı bir hal alan çayı üç yudumda içtim. Çayı sıcak sevdiğimi unutmuşum gibi. Ablanın yüzüne baktım. Meraklı gözlerle bana bakıyor bir şeyler söylememi bekliyor gibiydi. “Hanımefendi ne konuşacaksanız artık konuşalım beklemek istemiyorum daha fazla.” Dedi. anlatmaya başladım. “Sizinle konuşmak istediğim şey…..”